Oradaydım...
Kahvaltı seslerinin ayaklarıma dolandığı, senli sohbetlerin yerini geniş zamanlı beklentilerin aldığı; kuşkulardan arınmış, gelecek kaygısından kurtulmuş, karşılıklı paylaşımların kalpten uzak olduğu yerde. Hep aynı telaş olsa da bir türlü tamamlanmayan ve kendi gerçekliği içinde varolamayan bir suskunun içinde yeşertmeye çalıştık baştan karartma bir geceyi. Hangi iklimin baştan çıkaran rüzgârına aldanıp da yan yana gelmiştik ya da hangi belirsizliğin iki ucu olacağımızı bilemeden kozlarımızı bir nisan akşamında şarabın misafir olduğu bir sofraya yatırmıştık? Bir yerde sorgular ne kadar çok yer kaplarsa anın güzelliği orada kaybolur ya, biz de kendi sorgularımız içinde boğduk elimizde kalanları. Belki de elimize bile almayı korktuklarımızı.
Oradaydım...
Yaramaz bir çocuk gibi konuk olduğum dizlerinin hemen üzerinde... Nelerden geçtiğimizi düşünmeden, kaç defa terk ettiğini, terk ettiğimi düşünmeden, bencilliğine aldanmadan, alınmadan orada, bir daha asla karşılıklı oturamayacağımız o kahvede, o evde, o bankta, o kanepede. Üzerinden ne de çok zaman geçmiş diyesi gelse de insanın, üzerinden geçmeyen bir şeyler var hiçbir tarihe oturtamadığım. Şaşkınlıklarımız, şüphelerimiz, olmazlarımız, gecelere sığmayan taşkınlıklarımız, tekliğimiz, çoğulluğumuz kısacası bir araya gelmemiz kadar birbirimizden uzağa düşmemize neden olan her şey Haliç'in o durgun sularına bıraktı kendini bir akşamüstü. Bıraktım. Ellerinin içine alıp sarıp sarmalamanı ne kadar beklediysem; onları oraya bırakmak için de bir o kadar bekledim. Şans her zaman için seninleydi. Çünkü onu ben sundum sana her gelişimde. Evrenin o muhteşem ırmağında, ayrı yolların yolcusuyuz artık. İkimiz için de bambaşka dünyaların kapıları açıldı. İnsanın vicdanında en ufak bir rahatsızlığın olmaması ne kadar güzeldir bilir misin? Belki de bu yüzden, içim rahat. Seni olduğun yerde olduğun gibi bırakıp gidiyorum.
Oradaydım...
Bir yaz muammasının o ilk evinde, siyah beyaz bir fotoğrafın çevrelendiği şalın şaşkınlığında.
Yaz evinden geçerken, ekim sarhoşluğunda yüzüstü bırakıldığım o semtte...
Yeni yaşamların kapısının açıldığı sanal pencerenin ilk merhabasında...
İlkbaharın yeniliği muştuladığı, kahverengi ahşap masaların üzerinde sana ve dünyaya gülümserken. Huzuru isteyip gözlerinde bulurken...
Belirsizliklerin başladığı geceyarısında, senden ilk kopuşun başladığı evde, evimde... Seste ve sessizlikte...
Ayrılıkların son bulduğu, küçük yeşil yaprağın elime bırakıldığı yerde…
Biz dediğimiz ilk karşılaşmanın sabırsız sabahında, kahvaltı masasında...
Kendine kalışlarının, beni yok sayışlarının ve suskuyu başlattığın o anda. Yalnızlığımda, yalınlığımda...
Cüretli bekleyişlerimi sana belli etmediğim birkaç günlük donukluğumda. Evimde... İşimde... Düşte... Düşüşlerde...
Gitmek ve gelmek eylemlerinin yaşamdaki anlamını onlarca defa sorguladığım gelişlerinde...
Son bakıştaki belirsizliğinin bitişini umduğum bir mayıs akşamında...
...ve oradaydım...
SON DEFA...
Geçmiş, zihinlerimizi kaplayan bir sis bulutundan ibaret.
YanıtlaSilGelecek ise başlı başına bir hayal perdesi.
Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz...