Uzun soluklu sohbetlerin düş köşeme yansıyan yerinde, ayarı ellerine bağlı bir düzensizlik var. Onca ertelenmiş buluşmanın yorgun sabahlarında uyanmamak adına ne de çok direndi bedenim. Geçitler vardı yol üzerinde, her biri kendi keskinliğinde yok olan. Kokulara bulandıkça, ruhumun patikalarında sıkışıyordum. Bir iz, bir ses veyahut geceyi üzerime örtecek en ufak bir belirti kalmamıştı.
Korkularım vardı. Sesimdeki şiddete, içimdeki çocuksu gülümseyişin sıcaklığına rağmen hangi andan kaldığını bilmediğim korkularım.
Yıllar geçti ve ben hâlâ o geçitlerin keskinliğinde sessizce devam ediyorum yoluma. Kalbimde bulutların hafifliği, ruhumda geç kalmış bir sevinin yorgunluğu saklı.
Başlıkların anlamlı ezgisinde yürüyorum. Her durak, bir sonu anlattı öykülerimde. Durağa yaklaştıkça başımı yasladığım pencereden ayrılmak istemedim hiç. İnadımı durduran, bir başkasının "Duracak" yazısını gözlerime işlemesi oldu.
İndim...
Nefesime karışan ağır şehir kokusu ve yüreğime dokunan "işte bu son şarkı, az sonra kepenklerini indirecek kalbin" diyen sesin yankısıyla...
Adını ne koyuyorlardı yaşadıklarımızın? Çizgi ötesinde yürürken, bana hangi masalı anlatıyordu kelimeleri. Sorgu gecelerinde bağırarak uyandığım kaç yaşamım olmuştu benim ve ben hangi yaşam çıkmazında, sırılsıklam ayıkladığım bir yağmurun kollarına umursamadan bırakmıştım kendimi?
Anımsamıyorum...
Günlerdir parmak uçlarıma dokunup kaçan haylaz kelimeler saklı düşlerimde. Düğümler büyüyor. Her gelişinde bir ilmek daha atıyorsun kış uykuma, sıçrayarak uyanıyorum.
Söyle hangi yolun başındasın?
Biliyorum bir tek senin ellerin dokunursa çözeriz geceyi bağlandığı yerden. Sen yalnızca fısıldayan sözcüklerini sarın gel. O bana yeter!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder