Merdivenleri yavaş yavaş çıkmak gibi başlar önce her şey. İlk adımlarda nefesi kontrol etmek, düzgün ve istikrarlı adımlar atmak kolaydır. Her şey öylesine açık ve bütün çıplaklığıyla karşınızdadır ki sizi karmaşaya sürükleyecek ya da zihninizi zorlayacak herhangi bir kurgu yoktur. Derin bir oh çekersiniz farkında olmadan. Kitap siz olmasanız da akıp gidecek gibidir ama işin aslı hiç de göründüğü gibi değildir. Romanın karışık katmanları arasında dolaşırken olabileceklere karşı bir ön hazırlık, alt yapı çalışması illa ki olur. Bir gerilime doğru ilerlerken sonucun nereye varacağını bilemeseniz bile, kelimeler adeta seslenirler size. Her biri yaşanacak sahnenin müziğini ele verir. Ama hikâyeler öyle midir? Onlar derinden derine işler. Kurnaz bir tilki edasıyla satırların arasında dolaşan zihnin yakayı nerede ele vereceğini, bir aldanışın mı yoksa salt gerçeğin seslenişinin mi yol haritasında fısıldanan ufak bir iz olduğunu bilmek o kadar da kolay değildir.
Yorulursunuz. Bir an önce çıkmak, soluklanmak, ipin ucunu bir yere bağlamak istersiniz. Kaçmak bir eylem olmaktan çıkmıştır. Son kalınan yer aslında ilk defa adım atılmış bir yer edasıyla varlığını daima hissettirir. Uykuya yöneliş, kelimelerin karanlık boşluğun içerisinden resmi bir geçitte geçişini engellemez. Üzerinde yattığınız yatak, sonsuzluğa doğru uzanır. Zorladıkça, hikâye kendini iyiden iyiye belli eder. Hikâyeler yorar.
Geçenlerde, okuduğum bir kitabın sancılarıyla uyandım. Peşimi bir türlü bırakmayan cümleler gün boyu aklımı vurdu durdu. Tuhaf olan o satırlardan çıkıp bambaşka bir kurgunun izinde dolaşıyor olmamdı. Bütünüyle bağımsız değildim okuduklarımdan. Başlangıç onunla olmuş, sonrasında aklıma kazınan cümlelerin içinde yepyeni cümleler peydah olmuş ve ben de onlardan taze bir hikâye yaratmaya başlamıştım. Bir rüyanın kalıntıları olabilir miydi tüm bunlar? Hatırlamadığımı düşündüğüm rüyalarımın, beni rahatsız etme şekli bu muydu yoksa? Hiçbir şeyin açıklaması, insanın kendi kendine yarattığı bu çetrefilli düşüncelerden daha karmaşık olamaz diye düşündüm. Kendi kendimize yenildiğimiz bir durum nihayetinde. Evet, kabul edilebilir bir çıkış noktası hali hazırda yanıbaşımızda duruyor. İşte bütün sorun, o noktaya dokunduğunuz anda başlıyor. Tanıdık, bildik kelimeler birdenbire haritanın işaretlenmiş yerlerini siliyor, geçip gidilen yerler bilinirliğini kaybediyor ve sonrasındaysa malum çöküş yaşanıyor.
Belirsizlik garip bir tedirginlik yaratıyor insan ruhunda. Neye sataşacağınızı şaşırıyorsunuz. Hiç durmayacak bir dönmedolabın içinde yükseliyor ve alçalıyorsunuz. Bir zamanlar oyun olarak düşündüğünüz her şey giderek sevimsizleşmeye, sizi o alan içerisinde sıkıştırmaya, atlayışın çözümsüz olduğu bir noktaya getirmeye başlıyor. Cesaret dediğimiz şey de işe parmağını sokunca, tereddüt mekanizması da devreye giriyor ve işte o andan itibaren insan ruhunu kemiren birçok başlık da tamamlanıyor.
Ne yapmalı?
Hikâyeyi hiç okumamış gibi davranmak, kelimelerin gücünü yok saymak ya da düşüncelerinizi karmakarışık bir hale getiren zihninizi bütünüyle ortadan kaldırmak için daha başka uğraşlar bulmak yardımcı olabilir mi?
Şimdilik hiçbir şeyin cevabı yok.
Merdivenlerden yavaş yavaş çıkmıştım oysa.Her şey yolunda ve olası görüntüler yerli yerinde gibiydi. Ama aklım, benden uzakta bir yerde kendi oyununu oynamaya devam ediyor. Müdahale etmeye çalıştığım her noktada karşıma başka bir "ben" çıkıyor. Ben kimi zaman o hiç tanımadığım ben ile anlaşamıyorum böyle zamanlarda...
Elinize aldığınız bir kitaptan yola çıkarak...ki sizi o yollara sürükleyen kelimelerin gizemi ve hatta sihiri içinde, merdivende..orda burda!.. an ve an! gününüze yansıyan o ruh halinizi...hatta "ben"in içinde kendinize bile yabancı olan "ben"lerinizi öylesine güzel kaleme almışsınız ki...Şimdi ben nasıl etkilenmem kelimelerinizin beni de içine o çeken inanılmaz hafifliğinden!
YanıtlaSilbu gün okuduğum en anlamlı yazıydı...teşekkürler