Apar topar bir şeyler aradım kendime. Okumak için. Hali hazırda devam ettiğim kitabın haricinde başka bir ses, belki bir şiir, ne bileyim ama bir şey işte!
Kitap okurken bazı takıntılarım var. Meselâ çok önemli bir durum olmadığı müddetçe bölüm arası gelmeden bırakmam. Bölüm arası olmayan kitaplarda da uygun bir yer buluyorum kendime. İlginç ama gülümseten takıntılar bunlar. Yazarken bile az önce bunları yazmak için yattığım yerden doğrulabilmek için elimdeki kitabın çaktırmadan bölüm arası nerede diye baktım. Olacak iş mi? Hay Allah, oluyor işte!
Hepimizin başucunda biriktirdiği kelimeleri vardır. Benim de kullandığım belirgin kelimeler illa ki var. Hatta onların arasında birkaçı var ki değmeyin keyfimize. Zaman zaman başıma olmadık işler bile açıyorlar. Tutamıyorum kendimi, dalıveriyorlar onlar da sektirmeden yaşamın içine, en çok beslendikleri yere.
Saate baktım. Geçen yaz haziran ayının birinde bir yazı yazmışım. Bir temenni yazısı. Başlığı gördüm ama yazdıklarıma bakmadan aklıma düşen yeni yeni yeni bir dize okuma güdüsüyle, Cemal Süreya'nın şiir kitabını elime aldım. Hokus pokus bir şiir seçtim. Sayfaları kardım yani. Rüzgârda uçuşurmuşçasına onlar kayıp giderken parmaklarımın arasında, bir sayfada durdurdum. Hah, bunun adı işte hokus pokus. Hangimiz şarkılardan fal tutmadık ki? Hâlâ da yaparım. Önceleri canımı sıkardı; şimdilerdeyse bu da arada sırada arkadaş sohbetlerinde araya kaynayan, konuşmayı kaynatan bir oyun aracı haline geldi. Şarkıyla başlayan muhabbet içeriğini genişletiyor da genişletiyor. Öyle ki bazen " buraya nereden geldik ki biz?" dedirtecek kadar.
Bana da Cemal Süreya'dan payıma şu düştü:
"Kısa Türkiye Tarihi ve Ortadoğu" Sevda Sözleri kitabından iki bölüm başlığı. Şiirleri okumak için bir sonraki sayfayı çevirmek gerekiyor yani. Olmaz dedim. Bu sayılmaz. İlle de şiir göreceğim.
Üçüncü denemem başarılıydı. "Dört Mevsim" adlı şiiri çıktı. Okudum. Sonra beni bu yazıyı yazmama iten sebebi düşündüm.
Söylemeyi unuttum. Yaz başında yazdığım yazının adı: "Yaza ve Hayata Temenniler" idi. Bugün 1 Aralık. Sözümona kış mevsiminin ilk günü. Dışarıda bahar akşamlarından kalma bir hava. En azından önceleri mayıs sonlarında böyle havalar olurdu. Sonbahar bile bir tuhaftı bu yıl. Mevsimler içiçe geçti ya da aralarından birkaçı istifa etti. Ne olursa olsun tabiat ana karşımıza nasıl çıkacak diye merak eder oldum. Biraz ürkmüyor da değilim açıkçası.
*
"...
Kış mezarına gömsünler sizi
Sokaklar gibi buluştunuzdu
Çarşılar gibi seviştinizdi
Kış mezarına gömsünler sizi"
Bu da mevsimin anlam ve önemini göz önünde bulundurarak şiirden yaptığım kısa bir alıntı. O yazıya az önce dönüp baktım. Babamın bana attığı maili yazmışım. Sigarayı bırakmam üzerine bol temennili birkaç cümle. İlginçtir ama ben de son zamanlarda sigarayı azaltmak üzerine cümleler kurup duruyorum. Kim bilir bu kış yazdan kalma bazı şeyleri gerçekleştirmenin tam da sırasıdır.
Sigara konusunu bir kenara bıraktım elbette.
Diyeceğim odur ki bu kış şöyle güzel bir kar yağsın. Halbuki karı sevmem. Şehir hayatını felç eder. Güzelim beyaz simsiyah bir kötülüğe bürünür. Ama doğanın içinde bir yerdeyseniz de enfes kareler düşürür hayallerinize. Sanki kışın hüznü sonbahara göre daha fazla.
Eylül kızıyım ve bildim bileli içimin bir köşesinde bu isim kendini saklar durur bir şeylerden. Ne olduğuyla bugüne kadar ilgilenmedim. Eylül dedim, eylül iyidir.
Şimdi bol filmli, patlamış mısırlı, içinde güzel dost sohbetlerini barından sürprizli bir kış karşılasın hepimizi. Hem bir düşünsenize, şöyle tarçınlı mis gibi bir salep içmeyeli ne kadar oldu?
Kış gelsin, mevsimler de artık bir yörüngeye girsin...
İsteyen için o yazı: http://kalabalikodalarda.blogspot.com/2010/06/yaza-ve-hayata-temenniler.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder