“Onda hoşuma giden ilk şey
cesaretiydi. O zaman erkeklerin hem çok cesur hem de yalancı olabileceklerini
bilmiyordum. Fransız Teğmenin
Kadını/John Fowles
Otuz nisan sabahı büyük bir gök
gürültüsüyle uyandım. Mor perdenin neredeyse yere değdi değecek aralığından
sızan rüzgârın serinliğinin sinsi sinsi omuz başlarıma vurduğu bir anda
gözlerimi açtım. Yasemin kokusu havada asılı kalmıştı. Minicik çiçeklerden
öylesine güçlü bir koku yayılıyordu ki bütün varlığımla hissedebiliyordum. Hem
güzel hem de tedirgin edici fakat kesinlikle bilincimi ayık tutmak için
çabalayan tuhaf bir enerji dolaşıyordu etrafımda. Üstelik korku bey de hemen
yanımdaydı. Onu böyle adlandırmak şu an için kolayıma geldi. Bir şeyler isme
dönüştüğünde işin içinden çıkmak beni rahatlatıyor. Yoksa elbette korkunun bir
cinsiyeti yok. Sanki tüm dünya kocaman bir sessizliğin içine hapsolmuştu. Ben,
yaseminlerin kokusu ve birazdan neye dönüşeceğini bilmediğim sabah sahnedeydik.
Yasemin kokusuyla uyanışım arasında bir bağ mutlaka vardı. Saat sabahın dört
buçuğuydu ve ben böyle saatlerde genelde uyanmazdım. Uyanmam istenmişti. İsteyen
kimdi? Niye özellikle o sabahı beklemişti? Bunu size şimdi açıklayamam ama bu,
böyleydi. Zaten benim de bunun nedenini buluşum o günün akşamına doğru olmuştu.
Nasıl olsa artık bir süre buradayım. Sizler bir defa bu asansöre bindiniz. Ha
şunu da şimdiden belirteyim. Asansör hem yukarı çıkıyor hem aşağıya iniyor.
Yani katlarda duramıyorsunuz. Bir müddet sonra zamanla da işiniz olmayacak. Siz
de benim gibi koy vereceksiniz ve oyun başlayacak.
Evet, nerede kalmıştım? Hah,
yaseminlerden bahsediyordum. Derin derin odayı içime çektim. Ben çektikçe içim
doldu. Her nefes, içimdeki şeytanı dürtüyor ve sağ tarafımda duran saatin
dakikalarına baka baka: “Yapacaksan şimdi yap, tam sırası” diyordu. Birkaç
dakika yorganın altında kalakaldım. Düşünceler havuzunun içine daldım. Hani bilirsiniz,
çok önemli bir şey yapmadan önceki o birkaç dakikalık an vardır ya karar
vermeniz gereken o an, işte tam o andaydım. Birazdan yapmayı düşündüklerimin
getirileri ve benden olası götüreceklerini hesaplamaya çalışıyordum.
Matematiğin yetersiz kaldığı, duyguların paldır küldür kendini yokuş aşağıya
bıraktığı ve size: “Hay Allah kapana
kısıldım.” dedirten çirkin bir haldeydim. Bir şeyler olacaktı. Bir yanım bundan
emindi fakat hesapları denkleştiremiyordum. Hepimiz gerçekleri isteriz. Öyle ya
da böyle. Ama çoğumuz o gerçeklerle ne yapacağını bilmez. Kimi zaman bambaşka
duyguların da birleşmesiyle gerçekler ordusuyla baş edemeyiz. Bedenimin
ağırlığı beni yatağa doğru geri çekiyordu. Belki de korkunun ağırlığıydı. Ne de
olsa şeytanın benden talep ettiği şey karşılığında cesaretimi satacaktım. Korku
ve cesaret kimi zaman yan yana gelmemesi gereken iki duygu. Hele ki korku var
gücüyle bastırıyor ve cesaret de hemen yanı başında sızım sızım
sızlanıyorsa… Bu ikiliye yılların
getirdiği merak da eklenirse, hiç durmayın. Hemen kaçın. Her neredeyseniz, her
kimleyseniz direkt ortamı terk edin. Ya da kalın, benim yaptığım gibi arafta
kalmayı deneyin. Çünkü ben kaçamadım. Bu üç usta kurgucu beylerin
insafsızlığında boğuldum. Bir tutam gerçek uğruna bütün bir geçmişle
hesaplaşmak zorunda kaldım.
İşte otuz nisan sabahı öyle bir
asansöre bindim ki o gün bugündür hangi katta ineceğimi bulmaya çalışıyorum.
Bir aşağı bir yukarı savrulup duruyorum.
Hikâye burada yeni bir başlangıç
yapsa da aslına bakarsanız her şeyin başlangıcı çok çok öncesine dayanıyor. Yıllar
öncesine yavaş yavaş savruluyorum. Sonuçta her savruluşun durulduğu bir an
mutlaka gelecektir. Kaos ve düzen birbirinden çok uzak şeyler değil.
Okurken çok keyifli hissettim. Devamını bekliyorum.
YanıtlaSilKendimi toparladığım anda devam edecek. Teşekkürler.
SilTekrar tekrar keyifle okudum Hele de yazan kişi ortaokuldan değer verdiğin bir arkadaşınsa yinelersin okuduklarını.tekrar okur tekrar okursun
YanıtlaSilKarşımdaymış hissi verir☺️
Tebrik ederim devamını bekleriz.Selamlar
Çok teşekkür ederim Emel. Edecek. ❤️
Sil