PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

3 Ekim 2013 Perşembe

Öylesine Güzel

Aralıksız esiyor. Öfkesi büyük. Belki biraz yağmur yağsa kısacık, acısı dinecek. Toprak karşılayacak hepsini, yükü hafifleyecek. Ama yağmıyor. Kupkuru yaz sıcağında tek beden öylece duruyor. 

Balkondaki iki üç sandalyeden biriyim. Birinde o oturuyor diğerinde ben. Ara sıra yer değiştiriyoruz. Ayaklarını uzatıyor, bana yer kalmıyor. Olsun. Yanındayım. Terk etmiyorum. Geceden başka izleyenimiz, görenimiz yok. Baş başayız. Birazdan konuşmaya başlayacak.

Bal gibi de hatırlıyorum. Geçen bahardı. Baharlar ne de çabuk geçiyor değil mi? El değmemiş bir hüzün daima saklı kalıyor. Usulca sokuluyorsun zamanın koynuna. Hep medet, hep medet. Sanki zaman, beyaz atlı prensmiş gibi! O da öylesine bir bahardı işte. Nereden çıkıp geleceğini bilmediklerinden. Öylesine dediysem öyle kolay kolay yenilip yutulabilir olduğundan değil. Şöyle yaya yaya bastıra bastıra söyleyin de bakın o zaman neler oluyor. 

Pencere pervazlarına dayanmaktan yorgun düşen bünyem, birdenbire kendini salıvermişti. İçindeki seslerin dışarıya taşındığı, türlü türlü sözlerin verilip boş vaatlerin dizlerinin dibinden ayrılma vaktinin geldiği anlardan birinde karşıma dikilmişti. Koskoca şehir, gittikçe kalabalıklaşan meydan, bir filmi durdurur gibi duruvermişti. O eskimiş hırkanın kokusu hâlâ burnumda. Uzun uzun sarılmıştım. Sanki onun kokusu üzerinde değildi. Ona ait bir şeyler vardı üzerinde evet, ama onun değildi. Bulana kadar kollarımda ne kadar kuvvet varsa harcamıştım. Sonra film ansızın kaldığı yerden devam etti. Yürüdük. İkimizin de nereye gittiğinden en ufak bir haberi yoktu. Biliyordum. Çünkü ben ne zaman adımları takip edebilecek kadar yavaşlasam kalbim hızlanıyordu. Belki de bu yüzden kalbim onun kalbine dayandı.

Tahta bir masamız oldu. O konuştu ben dinledim. O sustu ben zaten susuyordum. Görseniz, kelimeleri ziyan etmek istemeyeceğiniz kadar güzel anlatır. Bir yerden anlattıklarına dahil olmayı ister hatta o farkında olmadan kendinizi öznenin yerine koyarsınız. O bahar akşamında İstanbul yüklem, ben de özneydim işte.

Birazdan konuşmaya başlayacak. İyice içini doldurdu. Yıldızları, bir yanıp bir sönen apartman ışıklarını, evlerin açılıp kapanan pencerelerini, akşamın geceye dönüşünü ve bir kez daha sabahlayacak olmanın getirdiği o buruk yalnızlığı geride bırakacak. Bir tek anıları ve kalp evinin bütün odalarında saklı tuttuğu o iki heceyi yanında tutacak. Kelimeler birer birer içlerini dökerken akıp giden cümlelerin içinde tıpkı eskisi gibi tutunmaya çalışacak. O değil miydi ki "Bütün günaydınları benim olsun." diyen? Teninde dört mevsimin terini onunla bekleyen... Gözlerinin dağarcığında ondan kalacak heyecanlarla bütün bedeni titreyen... 

Orada saatlerce oturup ne düşündüğümü bilmeden ona baktım. Yüzünde sarı bir gölge, ellerinde çatlamış acılar vardı. Donup kalmıştım. İlk hangi cümlesinden sonra içimde akıp giden bir şeyleri durduğumu hatırlamıyorum ama o an, karşı karşıya oturduğumuz masadan kalkıp yanına sokulmayı ne çok istediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bundan hiçbir zaman haberi olmadı. Hiç söylemedim. Yan yana geldiğimiz ve uykuya birlikte daldığımız günlerde bile bahsetmedim. Çünkü insan bir defa dinlemeye başladı mı konuşmayı unutuyordu. Sevincini paylaşırken dünya da nasibini alsın istiyordu da üzüldüğü zaman içindeki her cebe dolan kırılganlıklarını söyleyemiyordu. 

Gece olmuştu. Kalktık. Yol boyunca o kapkara gölgelerin içinde bir çıkış aradım. O hırka hep karşıma çıktı. Ne kadar dokunsam da asıl ona dokunamayacaktım. İzin vermeyecekti. Aralıksız anlatacaktı. Nefesinin kesildiği yerde benim nefesimden alıp beni soluksuz bırakacaktı. Unuttuğu bir şeyler vardı. Belki de bir yerlerde bıraktığı bir şeyler... Dönüp dolaşıp o eksikliklere çarpacaktım. Belki istemeyecekti tüm bunların olmasını belki farkında değildi. 

Birbiriyle çakışan daracık sokaklardan geçtik. Başımı kaldırıp yukarı baktım. Bir kuble gökyüzü görünüyordu. Yıldızlar yoktu. Gitmesin, benimle kalsın istedim. İçimden. Dışımda bir büyük sessizlik. Bir emaneti teslim eder gibi bıraktım onu orada. O gün bugündür içimde kimi zaman ufak tefek kimi zaman da bir boşluğu doyuracak kadar büyük kırılganlıklarımla hâlâ susuyorum. Oysa bahar öylesine güzeldi ki!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder