Onu ilk defa yüksek bir apartmanın çatı katında öptüm. "Kuş oldum sanki. Boşluğa bırakıp kendimizi, sonsuza dek düşelim mi?" dedi. Gülümsedim. Uykusu vardı. Bir süre beni izledi. Gözleri pamuktan bulut, yarı açık. Sonra tamamen kapandı. Soluğu rüzgâr. Ilık. Avuçlarıma dolan omuz başlarından tuttum. Kanatlarını okşadım. Yorgun ama mutluydular. Odada fesleğen kokusu. Pencerede gökyüzünün mahmurluğu, içimde "bulut". Uyuyana kadar uyumadım.
Gece uzadıkça uzadı. Uykuda yan yanaydık. Sevdiği şeyleri anlattı. Dinledim. Yüreği hafifti. Üflesem dağılacak, öyle narin. Dokunmadım. İzlemek yeterliydi.
Bir başkasının rüyasında olmayı hep merak edermiş, öyle söyledi. Annesi gideli çok olmuş. Özlemiş. Özlemi yumuk yumuk yüreğine dolmuş. Tuttum elinden, götürdüm. Bir adımda annesinin rüyasına daldık. Ateşlendi. Boncuk boncuk terledi. Orada, o rüyada kalmayı istemedi. Hoşuna gitmedi. Çıktık. Sonra babasının rüyasına girdik, kolkola. Yüksek sesli kahkahalar duyduk. Birbirine değip kırılan bardak sesleri. Bir kadın gördü. Önce annesi sandı. Yüzünü göremiyordu. Merak etti. Git dedim. Parmak uçlarında yürüyerek yakınına gitti. Belki tanırım diye. Değildi. Ben, rüyanın başlangıcında onu bekledim. Çok önceden gördüklerim vardı. Ses etmedim. Ağlayarak geri döndü.
"Şuramda", dedi göğüs kafesinin orta yerini göstererek, bir sancı var. Batıyor. Nefes alamıyorum."
Başını omzuma dayayıp onu yavaşça rüyadan çıkardım. Uzun uzun ağladı. Yanakları, bacakları, elleri her yeri göz yaşı doldu. Tanımadığı bu ıslaklığa baktı. "Bunun adı ne?" diye sordu.
"Gözyaşı" dedim.
"Ne işe yarar?"
"Denizleri doldurmaya."
"O zaman benim denizim dolmaya başladı." diyerek hüzün ve mutluluk karışımı bir sesle dayandığı yerden doğruldu. Denizi mi seviyordu yoksa göz yaşını mı sevdi anlayamadım. Ne karşılık vereceğimi bilemedim. Sustum.
Uykusu ne uzun sürüyordu. Birkaç defa seslendim. Duymadı. Belki de duymamazlıktan geldi. Burayı sevmiş olmalıydı. Ardından koştum. "Yukarıya çıkalım" dedi, gökyüzünü göstererek. "Nasıl çıkılacağını bilsem çıkardık ama bilmiyorum." dedim.
Biz de dağ başında oturduk. Burası da yüksekti ama onun aklı hep orada, gökyüzündeydi. Uzun uzun izledi. Masmavi oldu elbisesi. Çok sevdi. Çünkü güzeldi.
Aşağılara doğru bakmak için eğildi. Belinden tuttum. Ya ayağı kaysaydı uykusunda, bir daha tutamasaydım? Ne yapardım? Sıkı sıkı tuttum. Bu defa o gülümsedi. Kirpiklerinden yüzlerce kelebek havalandı. Rengârenk. Ben kanatlarını sevmeye razıydım.
Bir film oynuyordu. Ormanlar yanıyor, adını bilmediği silahlar ateşleniyor, evler yıkılıyor, bombalar patlıyordu. İnsanları gördü. Ölü bedenlerinin altında toprağa yakın. Korktu. Hayat, sahnelere bölünmüş ağlıyordu. Üzüldü. Göğüs kafesine dokundu elleri. Çocuktu. Dudaklarına acı bulaştı. "Neden bu kadar ağrıyor kalbim?" dedi ve korkuyla kanatlarına baktı. "Çünkü dedim, acıyla tanıştın." Acıyı sordu. Yokluk dedim.
"Babamın yanındaki o kadını gördüğüm zamanda da mı acı oradaydı? dedi. Başımı eğdim. Elimi alıp gözlerine yaklaştırdı: "Biliyor musun sanırım birazdan denizleri dolduracağım."
Birdenbire büyük bir fırtına koptu. Toz zerrecikleri havalandı. Hayat, yeryüzünden gökyüzüne doğru koşmaya başladı. Orayı sevmişti. Dağ düzleşti, denizler karıştı, ağaçlar köklerini toplayıp kaçıştı. Rüyalara baktım. Bir yerlerde mavilik mutlaka kalmış olmalıydı. Onu güzel bir rüyadan uyandırmak istedim. Mutluluğun anlamını da sorabilmeliydi. Adını söyledim. Üç defa üst üste hayat, hayat, hayat...
Gözlerini açtı, beraber şehri izledik. İnsanlar bizden önce yatağa uzanmış, uyuyorlardı. Usulca öptüm onu. Gözlerime baktı. Birlikte gülümsedik. Kelebekler kanatlarıyla serinletti gecemizi. Mutluluk dedi sustu. Elini göğsüme koyup kalp atışlarımı dinledi.
Hayat, tüm güzelliğini sürmüş gibi üzerime. Yüreğimde fesleğen kokularıyla dolu bir dağ esintisi dolaşıyor. Şimdi biraz uyumak istiyorum.
Huzur. Adı güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder