Hızı hiç değişmeden devam eden bir ip çilesinin sonundan sesleniyorum. Buraya kadar daha ne kadar açılacağını, açılırken dolandığı yerlerde nelerle karşılaşacağını bilmiyorum. Bazen şu üçlü koltuğun tepesinden aşağıya kendisini salıveriyor. Bazen de sandalyenin arka tarafındaki ahşap deliklerin arasında dolaşmayı seviyor. Hangi zaman diliminde bu karışıklığa kendini bıraktı bilmemekle birlikte, nihayetinde duracağını hepimiz biliyoruz. Sıkılacak yahut bir sonu olsun isteyecek. İlgilenilmediğinde kendini oradan oraya savuracak. Türlü şaklabanlıklarla bir şeyler anlatmaya çalışacak ve er geç yorulacak. Oysa şöyle bir an dursa, dönüp baksa bunca şeyin olması için bir nedenin olmadığını anlayacak. Ama adı üstünde "yün çilesi". O da diğerleri gibi çilesini dolduracak. İnat etti mi inadından kurtulmak imkânsızdır. Ben de daha fazla onunla ilgilenmeyeceğim. Kararlıyım. Bu defa ne yapmak istiyorsa, nasıl davranmak zorunda hissediyorsa öyle olacak. Bakalım onun istediği yoldan gidince karşımıza neler çıkacak.
İkili koltuğu bu defa ben kaptım. Şimdi o muhtemelen bambaşka arayışlar içerisindedir. Aklının bir köşesinde bozuk plak gibi kurduğu düşünceleri hayata geçirmeye çalışmakla meşguldür. Buradan bakınca her şey öylesine komik ve anlamsız geliyor ki! Sakın yanlış anlamayın. Elbette komik olan anlamsız değil. En azından her zaman. Aman, benimki de laf işte. İçimde bir yerlerde ona ulaşamamış olmanın verdiği sıkıntı, olmadık şeyleri peyda ediyor. Kafamın uykudan bağımsız olduğu anlarda onun yine neler karıştırdığını düşünmeden edemiyorum. Hastalık sahibi oldum. Saçmasapan bir öngörü sayesinde ilerliyorum. Öngörüymüş! Güvendiğim her şey gibi onun da hiç bir karşılığı yok. Olsun. Yine de bozuk bir para gibi yuvarlanıp duruyorum olur da yakamı ele veririm diye. Ya yazıyım ya da tura. Dikine gelecek şans nerede bende?
Sandalyenin arkasında güya çaktırmadan yavaş yavaş süzülmeye başladı bile. Gözüm üzerinde. Yaptığı her hareketi tam olarak göremesem de genel olarak farkındayım. Ara sıra yalan söylüyor. Uzun uzun anlatmayı sevmese de kestirmeden gittiği yollarda beni de kıstırdığını sanıyor. Ne yapalım, bir defa verdim eline bütün kozları. Torlayıp toplasam kime ne fayda. Çünkü ben de her insan gibi bu çilenin sonunu merak ediyorum. Bittiğinde kim bilir ortaya nasıl bir örgü çıkacak. Bir düz bir ters, iki düz bir ters... Hiçbirinden anlamam ki! Fakat bitmiş bir şeyi iyi anlarım!
Bu defa epey bir açılıp saçıldı. Diğer günler ağır aksak geçti. Hatta o zamanlar bir ara bu çilenin sonsuz olabileceğinden şüphe etmeye bile başlamıştım. Sahneler tekrarlanıyor, uzun yolları arkasında bırakıyor, arada bir, özellikle üçlü koltuğun tepesinden inerken, kendinden beklenmeyecek ölçüde büyük sesler çıkarıyordu. Tam da bu sırada bitecek diye sonunu dört gözle beklerken bir de baktım ki bizimki hiçbir şey yokmuş gibi geri dönmüş. Ardında da çilesinin geri kalanı mırıl mırıl geliyor. Onca yol, onca hareket meğerse ondan neredeyse hiçbir şey eksiltmemiş. Bu işin bir sırrı varsa onu bulmuş olmalı. Başka nasıl olacak? Altı üstü bir yün çilesi, her çile gibi onun da azalarak bitmesi lâzım değil mi?
Gece devriliyor. İkili koltukta sabitlemeye çalıştığım başım artık kendisinden beklendiği üzere yıkılmak üzere. Şuracıkta uyuyup kalacağım. Uyumamam, çileyi takip etmem ve onca ısrar ve inattan sonra neyle karşılaşacağımı görmeliyim. Of, dayanmak ne zormuş. Beklemek. Beklerken başına gelebileceklerden yarı haberli yarı habersiz devam etmeye çalışmak... Bir gönüllü çıksa da benim yerime izlese. Neler diyorum. İnsan kendi hayatının bir ucunu neden başkasına versin ki? Bu devirde elini veren kolunu kaptırmıyor muydu? Benimki de laf işte ama bazen pes etmeyi ne çok istediğimi bilemezsiniz.
Durdu. Hiç ses yok. Az önceki hareketinden eser kalmadı. Seyircisini hiç düşünmüyor. Çilemiz oyuncu. Dekorlar arasında kendi oyun aralarını veriyor. Ne de olsa onun benim gibi zamanla bir işi yok. Yani en azından bu çileyi bitireceği zamanla bir işi yok. Kafasında kurduğu her neyse bir tek kendi biliyor. İsterse hiç bitirmeyebilirmiş. Hatırlıyorum, orada uzanmış yatıyorken ben, dikine dikine bakıp bana böyle demişti. Bir yün çilesinin konuşmayacağını en az sizin kadar ben de biliyorum. Aylardır yüz yüze bakıyoruz, bırakın da anlayayım biraz olsun. Belki de ben haksızım. Arada sırada dinlenmemi istiyor olamaz mı? Uykum geldikçe yine kendi yazdıklarımı oynuyorum. Boş verin siz beni.
Siz de benim gördüğümü gördünüz mü? Sayın çilemiz bu defa kendisini sarkıtacak bambaşka bir yer bulmuş. Koridora doğru uzanmış, ilerliyor. Yoo, bu kadar da olmaz. Peşinden sürüklenmeye hiç niyetim yok. Nereye gidecekse gitsin. Hatta hiç gelmese de olur. Nasıl olsa kendi başına hareket etmekten zevk alıyor. Üstelik alıngan da.
Birgün, hiç unutmuyorum, onunla böyle sizinle konuştuğum gibi konuşurken birdenbire onu hayatımda daha fazla tutmak istemediğimi anladım ve sustum. Önce ağzıma ne geliyorsa söyledim. Sonra da bana sinirlenip yuvarlanışı izledim. O an içim söküldü. Sanki o yün çilesi bendim ve biri beni eline almış patır patır açıyordu. Her şeyim bir tarafa dağılıyor, dağılanları toparlayacak gücü bulamıyordum. Meğer ne çok alışmışım dedim içimden. İnsan çilesine bile alışıyormuş. Oysa onu ilk gördüğüm anda vazgeçebilseydim, şimdi bütün bunlarla cebelleşmek zorunda kalmayacaktım. Çilemle aramda oluşan bağ hepinize saçma gelebilir. Bir çileye bağlılık tuhaf bir şey, kabul ediyorum.
Hâlâ koridorda bir yerde olmalı. Bense ikili koltuktaki yerimi bozmadım. Bu defa korkarım onu yalnız bırakacağım. Dönüp gelecek, her defasında böyle olmadı mı? Onu izlemeye çalışmak boşuna! Kimi zaman tatlı bir yorgunlukla ve büyük bir zevkle bunu yapmış olsam da başına buyrukluğu beni yoruyor. Ben izledikçe o çile tükenmek bilmiyor.
Bu koltuktaki köşeleri tıpkı bir canlının ölümünün yasını tutar gibi tutuyorum. Bağlıyım. Ve bağlarım öylesine derinden geliyor ki koparmak istesem bile yeterince gücümü kullanamıyorum. Sonraya kalan bir şeyler muhakkak oluyor. Zincirin halkalarında yer değiştirmesi gereken öyle çok şey var ki. Birinden tutsam diğeri elimde kalıyor. Her şey o yün çilesi gibi iç içe geçiyor. Onun bir sonu var. Bu çilenin sonunda mutlaka bir şeyler var. Ama sabrım da giderek tükeniyor. Heyecanla izlediğim yol, onun yolu, onda yavaş yavaş çözülmelere yol açarken ben, giderek düğümleniyorum.
Şimdiye kadar kendini belli etmeliydi. Ses yok. Gidip baksam mı arkasından? Hayır! Buradan kalkmamalıyım. Ama ya başka birine takılırsa? Benim yerime onu başka biri izlerse, o zaman ne yapacağım? O seslenmeden önce onu unutmadığımı fark ettirmeliyim. Bir söz vermemiş miydim kendime?
Hızı hiç değişmeden devam eden bir ip çilesinin sonundan sesleniyorum. Aranızda beni duyan var mı? Çok uykum var.
İkili koltuktan kıpırdayamıyorum. Oralarda bir yerde.
Canım benim, kalbi kendi gibi güzel arkadaşım... Eline sağlık... Her zaman kalp atışlarını duyuyorum... sen her daim gözlerimin içindesin,göz kapaklarımı kapattığımda çağırmama gerek kalmadan yanımdasın.
YanıtlaSilSevgiyle kal...