Sağanak halinde geliyor ve sonra gidiyor. Ne dur diyebiliyorum ne de devam et. Tek yapabildiğim zamanını dolduruncaya ve gönlü geçinceye kadar beklemek… Bazen hiç ummadığım, orada bir yerde olduğunu bilmeme rağmen beni unuttuğunu düşündüğüm anlarda, öyle büyük bir şeylerin olması da gerekmiyor, yeniden içimde beliriyor ve baş edemediğim bir hızla içimden taşıp gidiyor. Onca yolu ne için geldiğini bulabilmek uğruna yırtınıyorum. Nedenler ordusunun peşine takılıyorum. Sonrası aynı. Kocaman bir durgunluk ve bomboş gözlerle etrafı seyreden gözler. Kaldığım yer belki de kalmaya meyilli olduğum yer.
İşte yine başlıyor.
Mevsim normallerinin üzerinde bir birliktelik bizimkisi. Ya çok soğuk ya da çok sıcak. Rüzgârın şiddetine bağlı olarak yer yer günbatısı veya gündoğusu. Kaynağından kaçıp kurtulmaya öylesine meraklı ki onu cezbedecek bir hikâye her zaman var.
Çok önceleri, kahramanların da bu hikâyelerde belirgin rolleri vardı ama gün geçtikçe bu hikâye, asıl kahramanını kaybetmeye başladı. İlk nerede yüzü silinmeye başladı çok iyi hatırlıyorum. Akşamdı. Sokaklar her zamanki gibi kalabalık, yoğun ama akıcıydı. Bir asansörün iniş ve çıkışına benziyordu insanların bu uzun koridordaki yürüyüşleri. Az önce çıkmıştık içkilerimizi yudumladığımız ve gereksiz sorgulamaların peşine takıldığımız bardan. Etrafımızdaki gürültü büyüdükçe karşılıklı söylenen sözlerimiz de büyüyordu. Sayfaları çevirdikçe olası sahneleri görebiliyordum. Bu huyumdan oldum olası ürkmüşümdür çünkü ne zaman olacakları henüz olmamışken görmeye başlasam gerçekleşmesi an meselesiydi. Belki de gerçekten, düşünceler eylemlerden önce koşuyordu. Ya da eylemlere varış için başlangıç noktasıydı.
Durdurulamaz bir şekilde yol alıyorduk. İşin kötü tarafı ne ben ne de o durdurmak adına bir şeyler yapıyorduk. Sanki başımıza gelecekleri önceden kabullenmiş ve çoktan boynumuzu eğmiştik.
Sonrası malûm.
Bende uzun bir sessizlik ondaysa hırçın bir dalga etrafımızda dolandı durdu. O an son bir çıkış yolu aradım kendime belki dedim gerçek olmayan duyguların yanılgısıdır aklımı çepeçevre saran. İkimizi de istemediğimiz halde yoldan çıkarıp bizi savurmaya çalışan…
Ne de olsa kalbimizdeydi bizi birbirimize bağlayan kelepçeler ve bir kelepçeden kurtulmak hiç de öyle sanıldığı gibi kolay değildi.
Aklımda tuttuğum soruyu sordum. Cevabını hiç geciktirmeden verdi ama koca bir “ama” yı da peşine takarak. Bir bağlacın, bir bağı kopartabileceğini işte o an fark ettim. Küçücük, kendi kendine bir anlamı olmayan üç harf, bir cümleden diğerine köprü kurmaya çalışırken yıkıldı her şey. İpler yavaş yavaş parçalandı ve en nihayetinde de koptu. O dakikadan sonra söyleyebileceğim herhangi bir kızgınlık cümlesi yoktu. Çaresiz, yanı başında göz kapaklarımı aşıp yanaklarıma tutunmaya çalışan gözyaşlarıyla yürüdüm.
Sessizliğin kahredici şiddetini, dudaklarımın içe doğru kıvrılan sızısında hissedebiliyordum. Yol boyunca nelerden bahsetti, bir türlü anlayamadığım öfkesini nelere ve kimlere kustu hatırlamıyorum.
Sonrası malûm.
Kelepçeler koptu. O sağanak yağmur durdu. Mevsim başlangıcı yerini, yazın kavurucu sıcaklarına bıraktı. Denizin gürültüsü, dalgaların durgun sohbeti, kitapların sayfaları arasına sıkışan kum tanecikleriyle geçip gitti.
Ne dur diyebildim ne de devam et. Tek yapabildiğim kalbini saran karanlığın, bana bıraktığı korkuların dinmesini ve zamanın tacizinden kurtuluncaya kadar beklemek oldu.
Yine de bazen içimde bir yerde, kendi kendini hapsettiğine inandığım anlarda, oracıkta bir yerde beliriveriyor. Beni saran duygunun adını bilmiyorum. Hiçbir yerde, konuştuğum hiç kimsede bulamadım. Ne pişmanlık ne hüzün ne acı ne korku ne yalnızlık ne de… Sadece karşı koyamadığım bir hızla içimden, içimi delip gidiyor.
Belki de bir “ah”ın gölgesidir bu. Her düşündüğünde, iğnelerini her batırdığında hissettiğim… Mevsimlerin hali umurumda değil diyeceğim “ama”…
16 Ocak 2015'te http://egoistokur.com/burcu-yildizer-ama/ sitede yayımlanmıştır.