PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

23 Ağustos 2012 Perşembe

Kadran

Süresiz bir baş dönmesi bu. Nerede başladığını tam olarak hatırlıyorsam da belleğimden silmeyi istediğim anlardan birine denk geliyor olması nedeniyle umursamaz davranmayı seçiyorum. Yine de yeterli olmuyor. Orada, içimde bir yerlerde kök saldığını hissediyorum. Bağlar zaman ilerledikçe daha da kuvvetleniyor. Tanıdık tanımadık bir sürü düğümün arasında dolaşıyorum. Elime alıyorum. Belki bir yerden çözmeye başlarsam devamı gelir ve ben yeniden o güne, her şeyin başladığı geceye, dönebilirim diye düşünüyorum. Aldanıyorum. Düğümler her defasında yeni bir düğüm oluşturuyor. Parmaklarım neredeyse görünmez haldeler. Bir makas olsa ya da keskin bir bıçak diyorum. Şöyle derinden kesip atabileceğim bir şeyler. Yalnızca düşüncelerimde planlar kuruyorum. Gerçeklikten payını alamayacak mizansenler... Birileri benim için düzeni değiştiriyor. Hiç beklemediğim bir günde bunu da öğreniyorum. 

Etrafa bakıyorum çevremde kocaman kocaman ağaçlar yükseliyor. Birden arnavut kaldırımlı bir yola düşüyorum. Tahta masalarda oturduğumuz nisan öğleden sonrasına uzaktan bakıyorum. Gülüyorum. Ellerim bacaklarımın üzerinde kenetlenmiş sessizce duruyor. Sen sırtını yaslamışsın sandalyeye aralıksız konuşuyorsun. Araya girmek istediğimi fark ediyorum. Sonra nedense yeniden seni dinlemenin huzurunu yaşamak istercesine vazgeçiyorum. Yeşil çayından aldığın uzun soluklu yudumların gölgesinde kalıyorum. Kendimi uzaktan izlerken birazdan aşık olacağımı anlıyorum.

Burada durup bizi izlerken arabalar gelip geçiyor üzerimden, içimden, hayallerimden. Kiminin hızı kimininse yavaşlığı beni öldürüyor ama hep ölüyorum. Her defasında yok olup giden, kendi sessiz yine de duyulmayı bekleyen çığlıklarında dirilen ben oluyorum. Ölüp ölüp diriliyorum. Hiçbir şeyin farkında değilsin. Henüz.

Anlatmaya devam ediyor bir yandan da elindeki telefonun ekranına tedirgin bakışlar atıyorsun. Biliyorum, birazdan çalacak ve sen yerinden kalkıp yürümeye başlayacak ve uzun bir süre gelmeyeceksin. Döndüğünde yeterli bir kelime kullanacak, "Afedersin" diyecek ve ben de "Rahat ol, önemli değil." deyip önümdeki şarap kadehinden bir yudum alacağım. Tam olarak böyle olmuştu öyle değil mi? Şimdi sen bunu hatırlayamayacak kadar uzaksın bana. 

Birkaç saat geçecek ne sen ne de ben sığacağız o caddenin gürültülü sesleri arasına. Kalkacağız. Sanki adımlarımız birbirine aşık, birbirine sevecen... Bir süre gidecek yön bulamayacağız. Büyük evlere, eski yapılara bakıyorsun. Anlatıcı hâlâ sensin. Dinliyorum. Tedirgin ve mutluyum. Bu iki farklı duygunun yan yana neden gelebildiğini anlayamıyorum. Zaten sen de fark etmiyorsun. Henüz.

Ne biçim bir beklemektir bu, günlerin sıcak ayazında? Bütün duygular yerle yeksan, içimizdeki her şey karman çorman. Her geçen güne yeni yeni sessizlikler doğuruyoruz. Sen uzakta, ben aklımın zorunda. Şehir hafiflemiyor, İstanbul'un yükü ağır. Bildiğim ne varsa söyledim. Bir o kadar da sustum. Kaynayan bir kazandır ruhum, ateşi hiç sönmeyen. Oysa o yolu geçerken tuttuğun zamanki gibi tutmalıydın elimi. Mahçup ve sıkı. Kaldırıma bakıyorum o dahi çoktan unutmuş. Ne bir iz ne de neşe. Bir yabancı gibi gülümsüyorum oradan geçip giderken. Bir yabancının nasıl gülümsediğini zamanla anlıyorum.

Saat şimdi on altıyı otuz dokuz geçiyor. On altı defa aklımdan geç. Uzun uzun... İşleye işleye. Bana kendini hatırlat. Unutturma. Otuz dokuz nasılsa çabuk geçip gider. Senin bakışlarını bana düşüren benimkisini senden kaçıran. 

Böyle böyle saatime bakıyorum aralıksız. Akreple yelkovan kâh bir çocuk oyunlar oynayan kâh ölüm evi, acısı bir türlü dinmeyen. Kim bilir ne şekilde geçeceksin bu kadranın kalbinden...