Uğultulu sesler, yalnızlığın da yalnızlıkla karşılaştığı günler ve geceler… Bir varmış bir yokmuş.
Uzun hikâyeleri severim. Güzel mesaidir o akışın içinde kaybolmak. Yazanı önemsiyorum. Yoksa canım sıkılabilir. O kadar uzun süre bir önemsizlikte kaybolmak istemem doğrusu. Kaybolmadığımdan değil. Benim hikâyemi şimdilik boş verin. Kahramanların kim olduğuyla ilgilenmiyorum. İşaretlemenin lüzumu yok. Zaten ben de tüm bunları bir yere varsın diye yazmıyorum. Bakarsınız Datça’da bir geceden çıkarım. Belki bir yol sohbetinden belki de malum gecenin sahnesinden. Çünkü bugün doğum günüm ve dağılmasam da aklıma gelip gidenleri, kenarından kıyısından geçip gidenleri buraya bir vuruş misali sabitlemek istiyorum. Mazur görünüz. Aklınızın ipleriyle oynamayacağım. Salın gitsin. Ya da erkenden dağılınız. Sizlik bir şey yok. Olanın gözlerine bakarak söylemeyi tercih ediyorum diyelim. Meraklısınız da… Peki peki anlıyorum. O halde buyrun.
Eylül ne güzel geldi. Sesiyle, gülümseyişiyle, incelikleriyle, kendine has havasıyla, o muhteşem sarılışıyla.Ya da bana öyle geldi. Size gelmemiş olabilir. Bilemem. İlgileniyor muyum? Bu yazıda hayır. Ah benim güzel eylülüm.
Bir şekilde karşılığını bulan sözler de var bu hayatta. Varmış. Her zaman ortalığa saçacak değiliz. Kim bilir onlar da bu denli ayran gönüllü olmak istemiyor olabilirler. Nihayetinde: “Onca neden varken/ Ve tam sırası gelmişken/ Hiçbi' şey yapmamış /Ve susmuşuzdur. Olamaz mı? Olabilir. Ama işte bir yer var ki o noktaya gelene kadar her ne kadar susmak bir çare gibi görünse de değil. Orası, hayatın yeniden seni sahneye aldığı ve sana ‘önden buyur’ dediği nokta… Ya o cesareti gösterip o mikrofonu eline alacaksın ve o şarkıyı söyleyeceksin ya da geri geri gidip kendi iç dünyanın, yani hem kimi zaman en uzak olduğun kimi zamansa giderek yakınlaştığın kendinle kös kös vakit geçirmeye devam edeceksin. Cesareti seçtim elbette. Korkusuz olduğumdan değil. Kendi iyimi yaşatma savaşımdan. İnatla bayrağı yere düşürmüyorum sayın okuyucu. Düşürmeye de hiç niyetim yok. İlmek ilmek dokuduğum şeyler var. Kıçı kırık bir sökük mü beni benden alacak? Gülüyorum. Çünkü bana da komik geldi. Siz de şimdi kıçı kırıklıklarınıza yahut kıçı kırığınıza gülebilirsiniz. O her neyse… Her şey birine, her biri de bir şeye çıkacak diye kaide yok. Yazının başında demiştim. Bugün burada serbest vuruş halindeyim. İşaret parmağımı kullanmıyorum. Ama illa ki bir duygu sizi esir alacak burada. Ona da ben karışamam. Hayal gücünüz benim alanım değil. Yani ben oraya müdahil olabilirim ama müdahale edemem. Lakin gözünüzü seveyim nazar değdirmeyin. Daha nereye kadar göz taşıyabilirim ki? İnsaf.
Eylül diyordum. Bir cumartesi gecesi yağmurunun ıslaklığıyla, yokuş yukarı yorgunluğuyla geldi. Yürümek güzeldir. Yol, yürüdüklerinle güzelleşir. Çiçeğinden, böceğine, yağmur damlasından, yere dökülmüş yapraklarına ya da senden önce oradan geçmişlerin izleriyle yolda olmak inanılmaz bir duygu. Heyecanlandım. Bazı geceler heyecanlanabilirim. Gündüzlere ayıp etmek istemem. Onların da hatırı sayılır yerleri var kalbimde ama işte “bazı geceler” bazı heyecanların adını koymak kolay olmuyor. Şöyle söylesem daha iyi, adını koysan da yanına sürekli başka şeyler de eklemek istiyor insan. Şelale gibi… Hal böyle olunca olay çığırından çıkıyor. Sanki asıl hakkını teslim edemiyormuşsun gibi geliyor o duygunun…
Aklıma deniz geldi. Ege’de bir mavilik, bütün mavilere bedel. Kalbimdeki denizin sesi orada… Tül perdeleri ve bahçedeki masayı hatırlarsınız. Durup durup oraya dalıyorum. Bu aralar sıkça yokluyor. Datça’yı düşünüyorum. Oraya bir “es” koyuyorum. Yakamoza mı düşsem yoksa yakamoza düşen gözlere mi bilemiyorum. Sonra bir bakıyorum ki ikisine birden düşüvermişim. Ayıramıyorum… Zaten neden güzellikleri birbirinden ayırayım ki? Eylül hem portede güzel hem de tenimde.
Bir rüzgâr inceden dokunup geçti omuzlarımdan. Ürpermedim. Kendini bırakan rüzgâr duydunuz mu siz hiç? Evet evet öyle boylu boyunca üzerinize serilip kokusunu sağ omzunuzun başında bırakan bir rüzgâr. Öyle tanıdık ve öyle benden ki… Şarkıya bağlanmamak mümkün değil. “Onca yıl sen burada/Onca yıl ben burada/Yollarımız hiç kesişmemiş/Şu eylül akşamı dışında”
Serbest vuruşu daha fazla uzatmak istemem. Hava, toprağa ve ateşe çoktan karıştı bile. Suyu kaynattık.
Ne diyordum, bugün benim doğum günüm. Eylül kadınıyım. Ruhunda güzel kokularla, rüzgârlarının eteklerini savuruşuyla eylüle vurgun, denize hayran, yol hikâyelerine aşina… Hatırlamayanlarınız olmuş olabilir. Bu defa kızmadım. Çünkü mutluyum. Kızarsam da gönlümü alacaklara kızarım. Kredisi ömrümdür çünkü onların… Hem zaten gün bitmeden her şey hakkım. Kime ne?
Serbest vuruş burada sona ererken sizlerin duyamayacağı ama benim günlerdir kulaklarımda çalan bir melodiyle aranızdan ayrılıyorum sevgili okuyucu… Bilseniz öyle güzel ki!