PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

24 Eylül 2012 Pazartesi

Dilimi Birtek Deniz Çözer

Her şey yerli yerinde. Alıp başını gidecek gibi duran ruhum, bir yanı hep denize doğru bakan aklım ve kalbim... Bu böyle devam edecek. Ne zaman girip çıktığım onca yolun arasında kendime bir yer bulamazsam çığlıklarımdan medet umacağım. İçime işlesin, henüz ben bile onu tanımamışsam, farkına varana kadar baştan aşağıya kendini var etsin diye bekleyeceğim. Bir eski zamana yaraşır şekilde belki de çocukluğumun kendi istediğini yaptırmaya alışkın günlerine ufacık bir özlemle o çığlığı yaşatacağım. Meğer insan büyüdükçe geride bıraktığı günlerin sessizliklerini ne çok duyar oluyormuş. Tatil yerlerinde, uzun gösterişli bir ağacın kuytu gölgesinde ya da çakıl taşlarının soğuk sular içinde sergilediği bir dere yatağının hemen kıyısında bıraktığı o ufak duygusal izleri yaşına yaş katarken daha da çok anımsıyormuş. Bakıp da kime ne anlatmışızdır kim bilir. Doğa, en şartsız ve kayıtsız dinleyici değil midir ne de olsa? Dışa vurulmayan iç ses oralarda, o muazzam çarkın içinde bir yerlerde dönüp durur. Elbet gelip size çarpacağı, konuşmadığı anlardaki durgunluğunu anlamanızı sağlayacağı bir göstergesi mutlaka olur. Gök gürler, şimşek çakar, bir sonbahar akşamı yürürken ansızın ayaklarınızın ucuna bir yaprak düşer veya bir yaz günü sıcak, nemli havada içinizden kimseye görünmeden aşağıya doğru süzülen ter damlacıklarının boğuculuğunda dile gelir. Konuşmasını beklediğinizin nice insanın yerine kendini koyar. İzlersiniz. Düşünce silsilesinin içinde en fazla yer verdiğiniz şeyler sizi ele geçirir. O sonsuz duvarlar çatlamaya, yavaş yavaş dökülmeye ve kalpte başlayan bir çarpıntıyla doğa, bütün sessizlikleri kendi lisanıyla gürültülü bir şekilde anlatıverir.

Kimileri yorgundur. Ama ben de hatırlar mıyım meselâ bir ilkbahar heyecanının kaldırımlarda bıraktığı telaşlı adımları? Yetişme sancısıyla kalbime bir rüzgâr gibi saplanan zamanın oklarını usul usul sözleriyle devralan bir adamın sözlerini. Bitse artık dediğimiz gürültülerin günün birinde ne kadar da billur bir su gibi durgun olduğunu, kalıntılarıyla yaşamak zorunda olduğum yorgunluklarımla yeniden hatırlayabilir miyim? Yaşam ne de olsa biraz ıslaktır. Bazen kuru ve pürüzsüz şeylerin tene değdiğinde canımızın yanmayacağı yanılgısına düşeriz. Oysa beklenmedik sızıların tam karşı yerinde kıpırtısızca bekler onlar. İzlemekle yetinmek de bir seçimdir elbette ama o kutlu oyun başladı mı bir defa, kurcalamanın zevkiyle yanılgılar gerçeğe dönüşür. Kütüphanenin herhangi bir yerine sıkışmış bir kâğıt parçası ansızın parmağınızı kesebilir ya da kalemlikten çekip çıkardığınız kalemin sivri ucu canınızı yakabilir ya da üç basamakta ineceğiniz merdivenlerden tepetaklak yere yuvarlanabilirsiniz. Parmağınızda yahut dizinizde başkalaşan kan, hayatın sıvısı kendisini hatırlatır. Kurumaya yüz tutan her şey birgün, bir şekilde mutlaka sıvılaşır. Ölüleri düşünürüm böyle zamanlarda. Yağmur yağdığında nereye kaçabilir ki onlar? Şair ne güzel der: " Gel, eski günlerin içinden, rüzgârlarla,/Gel,/Kurumuş kirpiklerime bir yağmur gibi dökül..."

Hazır olmalıyım. Vakti geldiğinde oturduğum yerden kalkıp yeni yerler keşfedebilmeliyim. Zaten hep böyle olmadı mı? Hayal ederek başlamadın mı dünyaya geldiğinde? Onca anlamsız görünen şeyi bakışlarının arkasına alıp cümle alem "Acaba ne düşünüyor?" diye sorgularken sen daha ağzında dişlerin yokken onlara gülümsemedin mi? İşte tam orada başladın sen hayal kurmaya. Bu renksiz dünyanın içinde kendi rengini aramaya. İlk o yalnızlıkta karar verdin çerçevenin içine neleri koyup neleri koyamayacağına. Küçük bir kuşun cıvıldayışında şaşkın şaşkın etrafa baktın. Çaydanlığın sıcak gövdesine dokunup kaçtığında korku ve tedirginlikle tanıştın. Sana gülenler oldu. Sen onlara canının yandığını anlatmaya başladın. Çığlığınla irkildin. Kendi sesinden korkup ağladın. Ama sonra öğrendin ki bütün gözyaşların senin en samimi anlatışındı. Kelimeler geldi, cümleler geçti. Kimisinde uzun uzun yaşamı hırpaladın. Bazen de kısacık bir kelimeyle varlığını hissettirdin. Vardın. Bu hayatın bir sokağında, bir sabah vakti, var olmanın tadını kirpiklerinin arasında sakladığın ıslak bir bakışla anlattın. Annene, babana ve tüm dünyaya.

Bugün benim doğum günüm. Ve ben ne zaman bu cümleyi kursam içimde bir sağanak başlar durduramam. Oysa yorgunum geceden. Yine de benim gözüm hâlâ o büyük sularda. İçini hiç bilmediğim o ahşap zeminli evin koridorlarında yalın ayağım. Bedenimde tülden bir rüzgâr hafifçe salınıyor. Kahve kokusu, aromalı tatlar ve dingin müziğin kollarında kahkahalarını da sessizliklerini de sohbetlerini de paylaşan bir aşkın hemen yamacında. Ne ayıp ne de uygunsuz... 

Yine derin bir nefes molası. 

Ben gidince bir şey değişmedi biliyorum. Güzeldir benim çılgınlığım. Mevsim sonbahardır ve o büyük sular, hayallerimin bir yerinde hikâyeyi çoktan yazmaya başlamıştır. İşte bu yüzden ben hep denize gitmek isterim. Çünkü bilirim ki benim sustuğum yerde o konuşmaya başlar. Dilimi birtek deniz çözer. Eskitmeden, sarsmadan, kırmadan...

Bir şey kaybedilir. Sonra yeniden bulunur.