PEKİ, NEREYE VE KİME DOĞRUDUR bir kadının yatağındaki(!) GÜRÜLTÜYSE KELİMELER?

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Duygularım Çekti Sıcak Sözcüklerle Yıkayınca




Yorgunum… Bütün telaşlarım alıp başını gitti. Duygularım çırılçıplak! Sonbahar rüzgârları da olmasa...



I-

Beynimde durmayan bir uğultu var. Hani nereye gitsen, nereye baksan peşini bırakmayan türden. Kilometrelerce uzaktaydın. Kaç defa okuduğum kitapları yarım bıraktım. Gelmedin…
Biz ve belki ben, bile bile zamana emanet ettik aşkımızı. Genel geçer zaman anlatımlarına kandık. Yanılmışız. Sesimiz yetmedi içimizdeki sessizliğe ve gidişinle içimizdeki tek cümle de paramparça oldu. Yalnızlık köreltiyor her şeyi. Artık yıldönümümüzü beklediğim ilkbahar ve mayısa vurgun gecelerim yok! Senden kalan izler de yavaş yavaş siliniyor bedenimden.

Yaz bitti…

II-

Nefessiz geçirdiğim aylar geride kaldı. Yine de kime dayansam, aklımda senin kokun… Hiç kimseyi yaralarıma dokundurtmadım. Hep aynı tanıdık telaşlarda sürgün ediliyor duygular. Pazarlıklar aynı. Oyunlar değişmiyor kurmaca dokunuşlarda. Aşk boşlukta sallanıyor. Yorgunum… Bütün telaşlarım alıp başını gitti. Duygularım çırılçıplak! Sonbahar rüzgârları da olmasa...

Mevsim bitti…

III-

Hatırlayamadığım onca rüyanın öcünü tek gecede almak için uyumak istiyorum. Olmuyor… Anlaşılan hesaplarda bir karışıklık olmuş! Oysa ben yeteri kadar ödediğimi düşünüyordum. Demek ki bitmemiş. Alışkanlıktan olsa gerek: “ Hepsini getirin tek tek ödeyeceğim” diyorum.
Meğer hâlâ ayakta kalabilmeyi başaran bir şeyler varmış içimde. Aylar öncesinde kaybettiğimi düşündüğüm savaşı tetikleyecek birkaç kıpırtı duruyormuş. Acaba nereye saklanmıştı da onu bulamamıştım? Öyle ya, derinler. Ben bile yeteri kadar iyi bilmiyormuşum iç dünyamın sınırlarını. Nefesimin kesildiği ilk yerde her şey bitti sanmıştım. Oysa acıyla karşı karşıya mücadele etmek zorunda bile olsam, ‘insanca’ bir duygum hâlâ duruyormuş. Evet, insanca bir duygu, yanlış duymadınız. Siz gördüklerinize bakmayın. O yüzden getirin, yarım kalan hesap her kimdense onu da ödeyeceğim. Yeter ki beni bırakın!

Ödedim…

IV-

Bu ses… Yazdıklarımın arasından ansızın bir teşekkürle fırlayan bu ses kime ait? Meselâ bir adı var mı? Yoksa O’na ben mi bir ad vermeliyim? Acaba en çok neyi duymak ister? Duymak istediklerini mi söylemeliyim? Peki ya benim söylemek istediklerim? Şimdilik bir cevap bulamıyorum. Ertelesem mi? Belki de.

Ne zaman hayatıma biri sorularla girecek gibi olsa ürküyorum. Adımlarım daha çok bana doğru ilerliyor. Olduğum yerde kalmayı tercih ediyorum. Aslında kaçıyorum. Sanırım senin sonun da bu olacak, üzgünüm.

Erteledim…

V-

Gözlerinin derinliği acaba kaç metre ve ben sonunda o gözlerde boğulmak uğruna bile olsa, daha kaç metre dalmalıyım? Hayır, ölmek istemiyorum. Sadece dibine kadar maviye batmak istiyorum. Senin sualtı tarihin olmayı ve belki dalarak beni bulabileceğini umuyorum. Mesela İ.Ö 1200’den hemen önce, ilk antik batık olan Tunç Çağı gemisinin bulunamayan bir parçası olmak istiyorum ve beni günışığına çıkaracağın günü bekliyorum.

Hâlâ hesaplıyorum.


VI-

Buraya gelene kadar neler yaşadım?

Bir mayıs çıkmazı, biten bir mevsim, ödenen ve hesabı kapatılan bir acı, ertelenen bir aşk ve hâlâ hesaplamakta olduğum metreler!


Bir dönemin özeti, üzerime kimi zaman küçük kimi zaman büyük gelen duygular, yaşanmış onca şey, bir saat kadar kısa bir süre içinde tıpkı bir elbise gibi çekebilir mi sıcak sözcüklerle yıkayınca? Her şey her son bir öncekinden ne kadar da kısa.

Tuhaf ama sonuç bu.

5 Temmuz 2011 Salı

Çıkmam Gerekli Buradan

“Tüm geceler birleşmişti, siyahı oluşturmuştu ama bir şey vardı delip geçen. Tayfı bozdu apansız. Gidişe dur dedi sanki. Bunu görülemeyecek devinimsel bir çabukluk içinde gerçekleştirdi. Kırıldığım yerden aldı ve “nasıl mutlu oluyorsan” dedi. Nasıl mutlu olduğunu hatırladı çocuk. Güneşi gördüğü zamanları hatırladı. Unutmayacak. Söz verdi o."

Geldim...
Bilmiyorum değişen ne?
Neresindeyim?
ama
geldim.

"ve geldim daha şık düşerdi"


Geceydi. “Üzerinde ne var?” dedi bana. Lacivert ve çok parlak yıldızları olan berrak bir gökyüzü dedim. Üşümüyordum hiç. Atmosfer ve oksijen.
Derin bir nefes daha. Kaybolurken, düşerken, anın resmiyetsiz bakışlarında kol kola gezinirken. 


Güçsüz bırakılmış gecenin altından kaymalı bazen aşk ya da nevresimde bırakılmış sevişgenliğin, elvedası esirgenmeli. Yaşam donmalı, paylaşmanın damarı "ar" diye çatlatılmalı. Kim bilir, belki de sonrasızlık da bir kamaşmadır gözlerde başlayıp yine gözlerde biten.

Dört sekizlik bir ezgi duymalıyım nefesinde. İçim donmalı ki uzun sürsün melodi. Öyle bir kucakla ki kaybolmasın. Konjonktürden uzak bir karakutunun içine sakla beni.
  
Alıyorum ve nasılsa hükümsüz yargılanıyorum teninin yalnız kurmacasında. Oysa bir bulmacadan düşürmüştüm seni ve belki yaralarımın en kabuklu zamanından. Anlayamamıştım zamansız akrostişlerimi. Hangi ve kaçıncı çevirisisin şiirlerin yabancı dudaklardan dökülmüş? Sargılarım var. Ellerimin aymazlığından mı yoksa soğuktan mı, bilmiyorum. Karmaşa salgıları akarken saçlarımın soğuk damarlarından her hece teker teker düşüyor kelimelerin sökülen yerlerinden.

........ve sadece bir kahve içelim; uzun soluklu olmasın artık kafein buharı. Çözülüyorum kendi içimde.


"Varlığını hissettirmemeliydi, bu yeterdi. Oysa iki dakika önce çok mutlu bir insandı. Hayatını dakikalarla biçimleyecek ayarsızlıkta olmamalıydı aşk... Huzursuzdu. Belli ki gidecekti; kapıyı açtım, kelimeleri ruhuna usulca serpiştirdim. Biliyordum her şeyi içine alıp ve bir süre bilinçle bilinçsizlik arasında ruhunu savaştırırken adımlayacaktı geçtiği yerlerden habersiz. Kapının koluna dokundum; o sadece adım attı."